
İki Küçük Cinayet
Sen, o gece dörtte hastane koridorlarında acıdan kıvranırken büyüdün!
Ucuz bir radyo tiyatrosunun kırılma anı gibi
Sormaya fırsat kalmadan gerçekleşiverdi her şey.
Bir gecede iki küçük cinayet…
Katil hep ezilmiş, hor görülmüş o çocuk.
İpuçları ellerimizden saçılıverdi yerküreye
Zaten kimsenin vicdanı kendiliğinden ölmüyor
Biz yine dumanı üstünde yaralar beğeniyoruz birbirimize.
Bak!
Bak buradan daha güzel seçebiliyorum alını, karasını.
Sancılar çiçekli bir elbise gibi yakışıyor üstüne.
“Yaşamak, seni sevmek gibi ciddi bir iştir.” diyorum
ve seviyorum seni bilinen bütün dinlerin laubaliliği ile.
Bir gece yarısı rüzgar tanrıçasının da eşlik ettiği sayısız vesaitle aştım sahrayı.
Haçlı seferlerinin birinde esir düştüm avuçlarına çırılçıplak.
Rüzgar tanrıçasını bilirsin,
Saçlarının arasında parmakları gezer çatık kaşlı çıktığın her sabah yürüyüşünde.
Bunu Kudüs’te yaşlı bir bilgeden öğrendim.
Devlet malı megafonlarla yapılan “Dağılın lan” anonsları eşliğinde
Kadın satıcıları ve şiir tacirleri,
Kuytudaki evlerde açlığa dikilen tahammül heykelleri gibi
Sigarasızlığa döşenen endişe mayınlarıyla teselli veren cumartesi seksleri ardından
Hiçbir iz bırakmayacak kadar evreni umursamayan onurlu cesetler gibi ruhunu teslim etmekte.
Diz kapaklarımızda kızıl kara bir mahşer ve nükleer füzyon sıcaklığında sevişmeler kalıyor geceye
Sonra turuncu bir sokakta duvarlara seni çiziyoruz Chagall ile.
Park etmiş otomobiller ve perdeleri sıkı sıkıya örtülü pencereler şahitliğinde
Yasadışı örgüt üyeleri gibi ezberden sloganlar atarken
ve acı bir şarap eşliğinde.

